MANŞET!

KUR’AN NASIL OKUNUR VE DİNLENİR?

KUR’AN NASIL OKUNUR VE DİNLENİR? Karanlıklardan aydınlığa çıkalım, (Hadid 9) en doğru yolu bulalım (İsra 9) diye biz kullarına Kitabullah...

23.05.2017

ADAM GİBİ ADAM GÖRMEK İSTİYON ÖYLE Mİ?... AHA İŞTE !!!

ADAM GİBİ ADAM GÖRMEK İSTİYON ÖYLE Mİ?... AHA İŞTE !!!
EBU HÂZIM

Emevî Krallarından (Halife demekten Allah'a sığınırım -  M. Tulukcu) Süleyman bin Abdulmelik, başkenti Şam’dan Mekke’ye giderken Medine’ye de uğramış ve orada günlerce kalmıştı. Bir ara: 
Medine’de Resûlullah’ın ashâna[1] kavuşmuş, onlardan ilim almış Tâbiin’den[2] herhangi bir kimse var mı  diye sordu. Yanında bulunanlardan birisi:
— Efendim! dedi. Ebû Hâzım adında birisi var.  
Bunun üzerine O’na haber gönderildi.   
Ebu Hâzım kralın huzuruna girince, Süleyman:
— Ey Ebû Hâzım! dedi.  Bize niçin eziyet edersin?
Ebû Hâzım:
—Benden ne eziyet gördünüz ki? dedi.

—Medine’nin tüm ileri gelenleri yanıma geldi, sadece sen gelmedin!
—Şu âna gelinceye kadar ne siz beni tanıyordunuz, ne de ben sizi görmüştüm. Bu nedenle, size nasıl eziyet etmiş olabilirim?... Şayet sizi ziyaret etmediğimi kastediyorsanız -ki öyle anlaşılıyor– niye ziyaret edeyim?  Bunun için hiçbir sebep göremiyorum!
Süleyman etrafındakilere dönüp:
—İhtiyar doğru söyledi dedi. Ben hata ettim. Sonra Ebû Hâzım’a dönüp:
Söyler misin ey Ebû Hâzım! Bize ne oluyor da ölümden hiç hoşlanmıyoruz?

Çünkü siz âhireti harap ettiniz, dünyayı mâmur hale getirdiniz. Bu sebeple mâmur yerden harap edilmiş yere gitmekten elbette hoşlanmayacaksınız!

—Doğru söylüyorsun, dedi Süleyman.
—Peki, Kıyâmet günü Allah’a gidiş nasıl olacak?
İyilik eden, çok uzaklardan ailesinin yanına dönen gurbetçi gibi; Kötülük eden ise, efendisinin yanına getirilen kaçak köle gibi gelecek!
Bunun üzerine Süleyman ağladı ve sonra:
—Keşke Allah katında ne olacağımı bir bilsem?
Bu çok kolay dedi Ebû Hâzım.  Amellerini Allah’ın Kitabı’yla karşılaştır, nereye lâyık olduğunu öğrenirsin!

Süleyman: 
—Kıyâmet günü nasıl bir yer bulacağım acaba? diye sordu. Ebû Hâzım:

إِنَّ الأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ  وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ

 “İyiler muhakkak ki Neîm cennetinde, kötüler ise kesinlikle alevli ateştedirler.[3] ayetini okudu.
   Süleyman:
—Peki, dedi. Allah’ın rahmeti nerede ey Ebu Hâzım?
إِنَّ رَحْمَةَ اللَّهِ قَرِيبٌ مِنْ الْمُحْسِنِينَ
“Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, O’nu görüyormuşçasına ibâdet eden (muhsin)lere yakındır.” [4]   âyetini hatırlattı. Süleyman:
—Peki, amellerin hangisi daha faziletlidir?
Farzları yerine getirmek, haramlardan uzak durmak.

Süleyman: 
—Allah katında hangi dua, daha çok kabûle şâyandır?
Kendisine iyilik yapılan kimsenin, iyilik yapan için yaptığı dua.

 Süleyman:
—Hangi sadaka daha faziletlidir?
Başa kakmadan, eziyet etmeden muhtaç olanlara verilen sadaka. Hele bir de malı az olduğu halde infak yapabiliyorsa, deme gitsin!
  Süleyman:
—Hangi söz daha doğrudur?
Kendisinden korktuğun veya menfaat umduğun kimsenin yanında, bundan hoşlanmayacağını bildiğin halde, söylenen hak sözler.

 Süleyman: 
—Peki, mü’minlerin hangisi daha akıllıdır?
Sadece Allah’a itaat eden ve insanlara da bu yolu gösteren kimse! [5]

     Süleyman:
—Öyleyse, hangi mü’min daha aptal? diye sordu.
Savunduğu kimsenin haksız olduğunu bilmesine rağmen, yine de yardımına koşarak, onun dünyalık refahını sağlayan, ama bu yüzden kendi geleceğini de (âhiretini)  perişan eden kimse!

—Doğru söyledin, dedi Süleyman.
—Peki, Ey Ebû Hâzım! Bizim iktidarımız hakkında neler düşünüyorsun?
—Ey Mü’minlerin Emîri! Bu sorunuza cevap vermesem olmaz mı?
—Hayır hayır, dedi. Nasihatına devam et!
  Bunun üzerine Ebû Hâzım:
Senin ataların (Emevî Hânedânı) halkı kılıçla bastırıp, bu iktidarı, müslümanlarla istişare yapmadan, rızalarını almadan zorla gasbettiler. Hatta onlardan pek çoğunu zâlimce öldürdüler. Mahşer günü, bu öldürülenlerin neler söyleyeceklerini ve onlara söylenecekleri ah bir bilsen!
Krala yakın olanlardan biri:
—Ne çirkin şeyler söylüyorsun! diye çıkıştı.
Ebû Hâzım:
Sen, tam bir yalancısın dedi. Şüphesiz ki Allah âlimlerden, Gerçekleri insanlara açıklayacaklar, gizlemeyecekler![6] diye söz almıştır. 
     Süleyman:
—Peki, biz bu durumumuzu nasıl düzeltebiliriz?
Artık kibirlenmeyi, propaganda yapmayı bırakır, vakarlı ve şahsiyetli bir siyâset güder, devlet imkânlarını herkese âdil dağıtırsınız.

    Süleyman:
—Bunu nasıl yapacağız? 
Helâl yoldan alır, lâyık olanlara verirsiniz.

    Süleyman:
Ebû Hâzım, dedi. Bize danışmanlık yapar mısın? Böylece sen bizden faydalanırsın, biz de senden!

    Ebû Hâzım:
Size yakın olmaktan Allah’a sığınırım! diye gürledi. Süleyman:

—Niçin böyle söylüyorsun?
Size azıcık da olsa meyletmekten, bu sebeple de Allah’ın bana, hayatın da katmerli, ölümün de katmerli acısını tattırmasından korkarım. Süleyman:

—Öyleyse bize ihtiyacını bildir, dedi.
Sizden tek isteğim, beni Cehennem’den kurtarıp Cennet’e sokmanızdır!

—Bu, benim yapabileceğim bir şey değil ki!
— O halde, size bunun dışında hiçbir ihtiyacıyoktur!

     Süleyman:
—Bana hayır dua da bulunur musun?
Allah’ım! Eğer Süleyman senin dostun ise, dünya ve âhiret iyiliklerini O’na kolaylaştır. Şâyet düşmanın ise, O’nu perçeminden tut, Lâyık olduğu yere ulaştır.

    Süleyman:
—Hemen bu kadar mı? dedi.
Dua edilmeye ehil isen, öz ama çok söyledim. Duaya lâyık değilsen, kirişi olmayan yaydan ok atmam neye yarar ki!

  Süleyman:
—Lütfen bana biraz daha tavsiyede bulunur musun?
Sana son tavsiyem –ki uzatmayacağım– dâima Rabbini yücelt. Seni yasakladığı yerde görmesinden, emrettiği yerde de görmemesinden O’na sığın!
     Ebû Hâzım, Süleyman bin Abdulmelik’in yanından ayrıldıktan sonra Süleyman O’na, bir kese içinde 100 dinar gönderdi. Para ile gelen pusulada:
    “Bunu harca, senin için yanımızda bunun gibi daha nice dinarlar var! “ diyordu.
     Ebû Hâzım gönderilen paraları şu mektupla geri çevirdi:
Ey Mü’minlerin Emîri,
     Paranızı geri göndermem, onu az bulduğumdan ya da sizi ciddiye almadığımdan dolayı değildir. Ben dinarlara, sizin için bile râzı olmuyorum kendim için nasıl râzı olabilirim ki?
     Biliyor musun, Hz. Musa Medyen bölgesindeki suya ulaştığında, suyun başında hayvanlarını sulamakla meşgul çobanlarla karşılaşmış, onların gerisinde de, hayvanlarını diğer sürüye karışmaktan engellemekle meşgul iki de kız görmüştü. Onlara:
    “Derdiniz nedir?” diye sordu. Kızlar:
     “Biz” dediler. “Çobanlar sulayıp ayrılmadan hayvanlarımızı sulayamayız.” “Üstelik” diye de eklediler: “Babamız da çok yaşlıdır!”
    Bunun üzerine Musa, onların yerine hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve:

 رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ
   
    “Rabbim!” dedi. “Doğrusu bana indireceğin her hayra, öylesine muhtacım ki!”[7]
    Musa, hem çok açtı, hem de Firavun’un askerleri tarafından takip edilme tehlikesi yaşıyordu. Her yardıma ihtiyaç duyar bir haldeydi. Buna rağmen hep Rabbi’nden istedi, sıkıntısını hep O’na arz etti. İnsanlardan asla dilenmedi. Çobanlar da O’nun halinden anlamadılar. Fakat o iki kız anlamıştı. Kızlar olup bitenleri babalarına (Hz. Şuayb) anlattılar. Bunun üzerine babaları, kızlarından birini Musa’ya gönderdi.[8]
     Hz. Musa, Şuayb’ın huzuruna girdiğinde, akşam yemeğinin hazırlanmış olduğunu gördü. Şuayb: “Hoş geldin delikanlı” dedi. “Lütfen soframıza oturur musun?” Musa:
     “Bundan Allah’a sığınırım!” dedi.
     “Niçin?” dedi Şuayb. “ Yoksa aç değil misin?”
     Musa:
     “Evet açım. Ancak bu yemeğin kızlarına yardım etmem karşılığında hazırlandığınısanıyorum. Bunu kabul edemem. Çünkü ben, yaptığımız iyiliklerin karşılığını, sadece Allah’tan bekleyen bir aileden geliyorum.” 
     Şuayb:
     “Hayır hayır!” dedi. “Bu, benim ve atalarımın âdetidir. Bizler, misafirini ağırlar, onlara mutlaka ikramda bulunuruz… Lütfen!”
    Bunun üzerine Musa sofraya oturdu.
      Ey Mü’minlerin Emîri, işte bu 100 dinar, anlattığışeylerin karşılığı ise, leş, kan ve domuz eti, çaresizlik halinde bu 100 dinarından daha helâldır.
    Şâyet devlet hazinesindeki bir haktan dolayı gönderilmiş ise, benim dışımda daha nice ihtiyaç sahipleri var. Onlara da 100 dinar dağıtacaksan ne âla! Aksi halde benim buna hiçbir ihtiyacım yoktur!.. 

Sünen-i Dârimi
Cild 2 Sh. 85
الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلا اللَّهَ

"Onlar, Allah’ın emirlerini duyururlar. Allah’tan korkarlar da, O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar."
Kur’an – Ahzab 33/30
إنَّ منْ أعظمِ الْجهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ ذِى سُلْطَانٍ جَائِرٍ
"En büyük cihad, zâlim yöneticiler huzurunda hakkı söylemektir."
Hz. Muhammed (s.a.v)
[1] Ashab: Resûlullah’ın (s.av) döneminde yaşamış ve O’nu görmüş müslümanlar  
[2] Tâbiin: Resûlullah’ı (s.av) görememiş fakat Ashab’la görüşme şerefine ulaşmış 2. kuşak müslümanlar
[3] Kur’an – İnfitar 13 – 14
[4] Kur’an – Âraf 7/56
[5] Bkz. Kur’an Fussilet 41 / 33
[6]  Kur’an  - Âli İmran 3 / 187
[7]  Kur’an – Kasas 28/ 24
[8]  Bu olay hakkında bkz. Kasas 28 / 1 – 28 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.