MANŞET!

KUR’AN NASIL OKUNUR VE DİNLENİR?

KUR’AN NASIL OKUNUR VE DİNLENİR? Karanlıklardan aydınlığa çıkalım, (Hadid 9) en doğru yolu bulalım (İsra 9) diye biz kullarına Kitabullah...

21.05.2017

MEHDİ MASALI!

MEHDİ MASALI!
Aşağıda bu konunun tarihsel arka planını uzun uzadıya göreceksiniz. Ben sözü Diyanet'in akademik izahatına bırakmadan önce birkaç kelam edeyim.

Bak kardeşim! Mehdilik inancı, İslam Dünyası'ndaki felaketlerin, fitnelerin belki de en başında gelir.
Neden?
Şundan:
Bir "Kurtarıcı Mehdi" beklentisi, doğal olarak şu sonuca yol açar:
"O beklediğiniz Mehdi benim!" diyen meczupluk müessesesine!
Ve bu şarlatanların hezeyanına kapılacak ahmaklar sürüsüne!
Resulullah'ın (sav) vefatından sonra İslam dünyasının hali üç aşağı beş yukarı hep bu olmuştur: "Mehdiyim diyen deliler ile, bizi ancak Mehdi kurtarır diyen beyinsizler, tembeller güruhu!"
İslam Tarihi, kafayı sıyırtmış, balataları yakmış ya da gerçekten keskin bir zekaya sahip lakin ahireti umursamayan tek hedefi dünya saadeti olan sözüm ona Mehdilerle, Kurtarıcılarla doludur. Hala da öyle.
Bu kafayı sıyırtmışların ete kemiğe bürünmüş halini, başımıza ne dertler açabileceklerini en son 15 Temmuz gecesi bir kez daha milletçek gördük: "Kainat Şarlatanı"nı yani. Bir başka Mehdimiz de kedicikleriyle alem peşinde, vur patlasın çal oynasın. Daha niceleri var da böyle konuyu dağıtmayayım.
Bir Sümüklü Şarlatan'ın arkasına bu kadar büyük bir kitle nasıl takılıyor peki?
Siz tutar da gerçek Mehdi'nin, hakiki "Kurtarıcı"nın "KUR'AN" olduğunu gözardı eder, Kitabullah'da bir kez dahi adı geçmeyen, ima bile edilmeyen bir masalı hurafeyi, din iman diye nesilden nesile anlatıp durursanız, sonunda olacağı budur tabi. Akılını kullanmayan, sorgulamayan, bir deliye kul olmuş koskoca bir koyun sürüsü!
Mehdi gelecekmiş?
Ne yapacakmış gelip de?
Hz. Muhammed'in, Hz. Nuh'un, Hz. İbrahim'in, Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın, Hz. Lut'un yani bütün Resullerin yapamadığını yapacak!!!
Yok ya!
Yahu bu Resullerden kimisi amcalarını, kimisi hanımını, kimisi hem hanımını hem oğlunu, kimisi babasını, kimisi kendi evinde yaşayan iki kızı hariç bütün bir kavmini kurtaramazken, senin şu "Mehdi!" gelecek: "Herkesi hidayete eriştirip müslüman edecek, bir tek gavur kalmayacak, yeryüzünü adaletle dolduracak, İslamı hakim kılacak öyle mi?"
Oh maşşallah!
Cek cak!.. İyi hoş da ya Rabbimizin şu ayetleri n'olacak?:
.
وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ
.
"Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değillerdir."
Yusuf 12/103
.
وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّهِ إِلاَّ وَهُم مُّشْرِكُونَ
.
"İnsanların çoğu, şirk koşmadan Allah'a iman etmez."
Yusuf 12/106
Allah hiç kimseyi, kulları iradesiyle arzu etmedikçe, tercihini imandan yana kullanmadıkça zorla iman ettirmez. O zaman imtihanın bir esprisi olmazdı zaten. Önce kişi isteyecek, tercih edecek, İslam'a yönelecek ki küfür, şirk bataklığından kurtulabilsin. Nitekim de öyledir de:
.
كَيْفَ يَهْدِي اللّهُ قَوْمًا كَفَرُواْ بَعْدَ إِيمَانِهِمْ وَشَهِدُواْ أَنَّ الرَّسُولَ حَقٌّ وَجَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
.
"İman etmelerinden ve Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkar eden bir toplumu Allah, hidayete nasıl eriştirir? Allah, zalim toplumu hidayete iletmez."
Ali İmran 3/86
.
وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
.
"Allah KENDİSİNE YÖNELENİ hidayete ulaştırır."
Rad 13/27 (Şura 42/13)
.
وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللَّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
.
"Her kim ALLAH'A BAĞLANIRSA doğruyola iletilir."
Âli-İmran 3/101
.
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ يَهْدِيهِمْ رَبُّهُمْ بِإِيمَانِهِمْ
.
"İman edip salih amel işleyenlere gelince, Rableri onları, İMANLARI SEBEBİYLE doğruyola ulaştırır."
Yunus 10/9
vb vb..
Hem ayrıca, Hz. Muhammed de dahil hiç kimse hiç kimseyi hidayete falan ulaştıramaz. Öyle bir yetki ve kabiliyet bir Allah'ın kuluna verilmemiştir:
.
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَن يَشَاء وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
.
"Gerçek şu ki, sen sevdiğini hidayete ulaştıramazsın. ancak Allah'tır hidayete iletecek olan. O'dur ancak hidayete erecekleri en iyi bilen."
Kasas 28/56
Velhasıl, bu Mehdi dedikleri şeyin İslam Dini ile misgale zerre ilgisi yoktur. Ne kadar meşhur, ne kadar tevatur olursa olsun.
Boşu boşuna Mehdi, Kurtarıcı falan beklemeyin gelmeyecek. Yok ki gelsin? Kendinizi ve çevrenizi kandırmayın.
Kaldı ki o Mehdi dediğin "Kurtarıcı" olarak gördüğün şey zaten çoktan geldi: "KUR'AN"
Ama kimin umurunda Kur'an?
Karanlıklardan aydınlığa çıkaracak,
En doğru yola ulaştıracak olan Kur'an değil mi?
Zahmet olmazsa İsra ve Hadid surelerinin 9. ayetlerine bi bakıver bakalım ne diyor?
Şunu da oku ayrıca:
.
أَوَلَمْ يَكْفِهِمْ أَنَّا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلَى عَلَيْهِمْ
.
"Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmemiş mi?"
Ankebut 29/51
Haggat yetmedi mi?
Bu Ümmet ne zaman kurtulur, ne zaman iki yakası bir araya gelir söyliyem mi?
"Mehdi'nin geldiği gün değil, gelmeyeceğini bildiği gün!"
Benden bu kadar dostum, gerisi size kalmış. Hem ne derler bilirsin "Zorla güzellik olmaz"
"Kasas 56" herkes gibi beni de bağlar hem ayrıca. Kafana yatmadıysa keyfiyin kahyasına takıl sıkıntı yok :)
Diyanet'in detaylı "Mehdi" izahıyla sizleri başbaşa bırakıyorum, zamanı olan okusun.
Vesselam...
M.TULUKCU

Kur’ân-ı Kerîm’de hidâyet kökünden türeyen fiil ve isim kalıbında birçok kelime bulunmakla birlikte mehdî kelimesi yer almamakta, genelde hidayet kavramı Allah’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e nisbet edilmekte, ay­rıca “insanın hidayeti benimsemesi” an­lamında da kullanılmaktadır (M. F. Abdülbâki, el-Mu’cem, “hdy” md.).
İmam Mâlik b. Enes, Buhârî ve Müslim gibi ti­tiz davranan hadis âlimleri mehdî kelime­sinin geçtiği rivayetlere yer vermezken Ahmed b. Hanbel, İbn Mâce, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Hâkim ve Taberânî gibi muhaddisler eserlerinde bu tür rivayetleri nakletmişlerdir.
Hz. Peygamber’e atfedilen ve râvileri güvenilmez bulunan (İbn Haldun, II, 787-789; İsmail Hakkı, sy. 285 (! 329], s. 390-391) bazı metinlerde belirtildiğine göre:
Dünyanın ömründen bir gün bile kal­sa Allah bu günü uzatıp mutlaka bir meh­dî gönderecektir! Hz. Hasan veya Hüse­yin’in neslinden gelecek olan bu kurtarıcının adı Resûl-i Ekrem’in adına, babası­nın adı da onun babasının adına uygun olacak (Muhammed b. Abdullah) ve zu­lümle dolu olan dünyayı adaletle doldu­racaktır!
Beş, yedi veya dokuz yıl hüküm sürüp bütün müslümanları hâkimiyeti altına alacak, iktidarı sona erince de kıyamet kopacaktır (Wensinck, el-Mu’cem, “hdy” md.). Süyûtî, Sünnî kaynaklarında nakledilen mehdî rivayetlerinin kırktan fazla olduğunu söyler {el-Hauî, II, 213). İsnâaşeriyye Şîası’na ait kaynaklarda bun­lara 200′ü aşkın rivayet eklenir.
Bu riva­yetlerde daha çok mehdînin on ikinci imam Muhammed b. Hasan olduğu iddia edilir. Ona Mehdî el-Muntazar da denilir.
Mehdî nitelemesi ilk defa Hassan b. Sâbit’in bir şiirinde Hz. Peygamber’e yö­nelik olmuş, daha sonra Hulefâ-yı Râşidîn’in yanı sıra Hüseyin b. Ali ve bazı Emevî halifeleri için de kullanılmıştır. Ancak bu nitelemeler kelimenin sözlük anlamın­da olup bu kimseleri Allah’ın hak yola eriştirdiğine vurgu yapmayı amaçlamış­tır.
Mehdî kelimesinin terimleşerek bir inanç konusuna dönüşme süreci oldukça erken dönemde başlamıştır. Tesbit edile­bildiğine göre ilk defa Abdullah b. Sebe’ mensupları, Ali b. Ebû Tâlib’in ölmediği­ni ve kıyametin kopmasından önce dün­yaya dönüp zulümle dolan yeryüzünde adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüştür (Eş’arî, s. 15).
Bununla birlikte mehdî inancının, daha çok Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesinin ardından Kâ’b el-Ahbâr’ın Yahudilikten İslâm dinine taşı­dığı sanılan rivayetlerin etkisiyle ortaya çıktığını ve hilâfetin Ali b. Ebû Tâlib’in soyundan gelenlere ait bir hak olduğunu savunan gruplar arasında yayıldığını söylemek gerekir.
Hüseyin’in şehid edilmesi üzerine Muhtar es-Sekafî ve Keysân’ın öncülüğündeki Keysâniyye’ye bağlı bir grup, Ali b. Ebû Tâlib’in oğullarından Mu­hammed b. Hanefiyye’nin müslümanların gerçek halifesi ve yegâne kurtarıcısı olduğunu iddia etmiş, vefatında Medi­ne’deki Cennetülbaki Kabristanı’na def­nedildiği halde onun ölmediğini ve Radvâ dağında yaşadığını, kıyametin kopmasın­dan önce mehdî olarak geri gelip dünya­da adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüş, böylece mehdîlik ilk defa Keysâniyye ta­rafından 1. (VII.) yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılmış ve diğer Şiîler’e intikal ede­rek müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır (Abdurrahman Bedevî, II, 71-82; Ali Sâmîen-Neşşâr, II, 56-77). Şiî fırkala­rından Nâvûsiyye ise Ca’fer es-Sâdık’ın vefatından sonra onun ölmediğine ve mehdî olarak bir gün zuhur edeceğine inanmıştır.
Ortaya çıktığı erken devirde mehdî inancı sadece Şiî zümreleri arasın­da rağbet görmemiş, Emevîler de Süfyânî adını verdikleri kendi mehdilerini icat etmişler ve buna dair hadis uydurmuşlardır.
Muhtemelen ilk defa Hâlid b. Yezîd halkı Emevîler’in mehdîsi Süfyânî’ye inanmaya çağırmış ve bunu yaymaya ça­lışmıştır.
Emevîler’den sonra iktidara ge­len Abbâsîler’in yöneticileri de mehdînin kendilerinden çıkacağına dair hadis uydu­rup insanları buna inanmaya davet etmişlerdir (Ahmed Muhammed el-Havfî, s. 71-73).
Abbasîler bir taraftan kendi meh­dilerinin çıktığını söylerken diğer taraf­tan âhir zaman mehdisinin gelecekte zu­hur edeceğini de kabul etmişlerdir.
Mehdî inancı Haricîler arasında da görülmüş ve onlar Ali b. Mehdî’yi kendi mehdileri ilân etmişlerdir (Muhsin Abdünnâzır, s. 506-507).
Mehdî telakkisi III. (IX.) yüzyıldan iti­baren İsnâaşeriyye arasında kökleşmiş ve bu fırkayı diğerlerinden ayıran önemli bir inanç esası haline gelmiştir (Goldziher, s. 191-193).
İsnâaşeriyye’nin benimsediği mehdî inancında, zuhur ettiği anda Ehl-i beyt düşmanlarından intikam alma fikri­nin yanı sıra gaybet döneminde bulun­duğu ve zuhur edeceği ana kadar taraf­tarlarına, mazlumlara, düşkünlere ve hastalara yardım ettiği telakkisi de büyük önem taşır (Ca’fer Sübhânî, II, 633-650).
Önce Şiîler, ardından Emevîler ve Ab­basîler arasında yayılan mehdî inancı, III. (IX.) yüzyılda hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ve hadislerin sıhhati konusunda titiz davranmayan muhaddislerce mehdî rivayetlerinin mecmualara alın­masının ardından Sünnîler arasında da benimsenmeye başlanmıştır.
Ancak er­ken devir Sünnî literatüründe bu inanca hemen hemen hiç temas edilmemiş, ko­nu daha çok hadisçilerin dahil olduğu Selefiyye’ye ait eserlerde yer almıştır.
Geç dönemde oluşan Sünnî kelâm literatürü ile “fiten ve melâhim” türü eserlerde ise mehdî telakkisinden genellikle kısaca bahsedilmiştir.
Mehdî inancının menşeiyle müslümanlar arasında ortaya çıkışının sebepleri hakkında ileri sürülen farklı görüşleri şöy­lece özetlemek mümkündür:
1. Mehdî telakkisi her toplumda yankı bulan bir sığınma mekanizmasıdır. Sosyal şartların bozulup zulmün arttığı dönemlerde halk bir kurtarıcı beklentisi içine girmiş, daha sonra bu beklenti dinî bir inanca bürüne­rek mehdî inancı şeklinde ortaya çıkmıştır (M. İbrahim Ebû Salim, s. 1; Ahmed el-Vâilî, s. 174-175).
2. Mehdî anlayışı Yahu­dilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm gibi din­lere ait bir inanç olup Kâ’b el-Ahbar ile Vehb b. Münebbih tarafından Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler yoluyla müslümanlar arasında yayılmıştır. Meh­dî kelimesinin mesîhin Arapça’ya tercü­me edilmiş şekli olması bunun kanıtını teşkil etmektedir (Goldziher, s. 193-195; Muhsin Abdünnâzır, s. 501).
3. Mehdîlik, iktidar mücadelesinde yenilgiye uğrayan veya mevcut iktidarını güçlü kılmak iste­yen siyasî zümreier tarafından ortaya atılmış, önce aşırı Şîa (Gâliyye), ardından mutedil Şîa ve Sünnîler tarafından İslâm dinine mal edilmiş siyasî kökenli bir inanç­tır (Ahmed Emîn, III, 241-243). Şiî düşüncesinden etkilendiği kabul edilen tasav­vuf ehlinin mehdî inancını benimsemesi bu akidenin müslümanların çoğunluğu arasında yayılmasına zemin hazırlamış­tır (M. İbrahim Ebû Salim, s. 2).
4. Mehdî inancı İslâmî bir akîde olmakla birlikte yabancı kültürlerden etkilenmiştir. Zira sahih hadis mecmualarında yer alan ri­vayetlerde mehdînin çıkacağından bah­sedilmiş ve mehdî tabiri I. (VII.) yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren müslümanlarca bilinmiştir. Hulefâ-yi Râşidîn’e mehdî un­vanının verilmesinin yanı sıra Sıffîn Savaşı’nda Ali b. Ebû Tâlib’e mehdî diye hitap edilmesi ve Muâviye b. Ebû Süfyân taraf­tarlarınca Osman b. Affan’ın aynı unvanla anılması bunu kanıtlar (Hüseyin Atvân, s. 138-139).
Tarih boyunca sosyal sarsıntılara ve zulme mâruz kalan toplumların bir mo­ral kaynağı olarak benimsedikleri anlaşı­lan kurtarıcı ve mehdî telakkisi hakkında İslâm tarihinde değişik görüşlerin ortaya çıktığı görülmektedir.
1. İsnâaşeriyye Şîası, dünyanın son zamanlarında belli bir sülâleden belli vasıf ve yeteneklere sahip bir mehdînin geleceğini kabul eder. Ta­savvufla teşeyyu’ arasındaki ilişki sebe­biyle olacaktır ki Ferîdüddin Attâr, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadreddîn-i Konevî ve Abdurrahman Câmî gibi mutasavvıflar veya mistik ruhlu kişiler de aynı kanaate sahiptir.
Bu anlayışa göre kıyametin kopmasından önce müslümanlan içinde bulundukları kötü durumdan kurtaracak bir mehdî çıkacaktır, bu da “Sâhibüzzamân” olarak da anılan on ikinci imam Muhammed b. Hasan el-Mehdî’dir. Babasının vefatından (260/874) sonra insanlardan gizlenen Mu­hammed el-Mehdî ölmemiştir. Deccâl’in ortaya çıkışının ardından Mekke’de zu­hur edip iktidarı ele geçirecek, zalimleri cezalandırıp adaleti hâkim kılacak, ilâhî emirlere itaat edilmesini sağlayacak ve müslüman olmayanları öldürecektir (M. Bakır es-Sadr, s. 10; Seyyid Cevâd eş-Şah-rûdî, s. 245-266)…
2. Mehdînin zuhuru hakkında nakledi­len birçok rivayetin etkisiyle olacaktır ki Selefiyye ile hadis âlimleri, Şîa’nınkinden farklı da olsa âhir zamanda bir mehdînin geleceğini kabul etmişlerdir. Onların telakkisine göre kıyametin büyük alâmet­lerinden biri olan mehdî, Hz. Hasan veya Hüseyin’in soyundan gelen bir ailenin ço­cuğu olarak Medine’de doğacak, Mek­ke’de mehdîliğini ilân edecektir. Adı Mu­hammed b. Abdullah’tır… Yedi yıl süren bir iktidardan sonra Hz. İsâ gökten inecek ve deccâli birlikte öldürdükten sonra yönetimi ona devredip otuz beş veya kırk yaşlarında ve­fat edecektir. Kesinlik ifade eden hadis­lerle sabit olduğundan bu olayların kabul edilmesi zaruridir…
Sünnî kelâmcıları ise eserlerinde mehdî inancına ya hiç temas etmemiş veya kıyamet alâ­metleri arasında kısaca değinip bunun aslî bir inanç konusu olmadığına dikkat çekmişlerdir (Teftâzânî, II, 307; Goldziher, s. 196).
Dünyanın son zamanlarında adı, so­yu, nitelikleri ve icraatı belli bir kurtarıcı­nın geleceğine dair açık bir nas bulun­madığı, aklın da bunun mevcudiyetine hükmetmediği düşüncesinden hareket­le mehdînin zuhurunu kabul etmeyenler arasında Kâdî Abdülcebbâr, İbn Haldun, M. Reşîd Rızâ, Ahmed Emîn, Ferîd Vecdî, Abdullah es-Semmân ve Abdullah b. Zeyd gibi eski ve yeni âlimler yer almaktadır. Bunların değerlendirmesine göre mehdî hakkında rivayet edilen hadisler ya zayıf veya uydurmadır (Kâdî Abdülcebbâr, eZ-Muğnî, XX/2, s. 183; Ali Sâmî en-Neşşâr, II, 227; M. Bakır el-İlâhî, XIV/53-54 (14191, s. 53-54)…
Mehdî hakkında ileri sürülen görüşler çeşitli yönlerden eleştiriye tâbi tutulmuş­tur. İsnâaşeriyye Şîası ile Sünnîler’ce be­nimsenen birinci ve ikinci görüşler rasyo­nel ve reel bilgilere aykırı bulunmuş, Ya­hudilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm’e ait inancın yansımaları olarak kabul edilmiş, kanıt diye gösterilen âyetler konuyla alâ­kasız, hadisler ise zayıf veya uydurma ola­rak değerlendirilmiş, mehdînin kimliği, soyu, nitelikleri hususunda nakledilen bil­gilerin çelişkili olması ve her mezhebin kendi mehdîsini icat etmesi bunun kanıt­ları arasında gösterilmiştir (Ahmed Mu­hammed el-Havfî, s. 77-83). Ayrıca rüşdünü idrak etmemiş bir çocuk olan Mu­hammed b. Hasan’ın on iki asırdan beri yaşamakta olması ve ortaya çıkacağı za­mana kadar yaşayacağı iddiasının bilim­sel yönden tutarsız olduğuna dikkat çe­kilmiş, Allah’ın vazettiği tabiat kanunla­rını bu kişi için geçersiz kıldığına dair her­hangi bir dinî ve aklî gerekçenin bulun­madığı bildirilmiştir. Eğer Allah, sâlih bir kulu vasıtasıyla zulmün kaldırılıp insan­lar arasında adaletin hâkim kılınmasına yardım edecekse O’nun bir çocuğu asır­larca yaşatması yerine bu değişimin vuku bulacağı zamanda murat edeceği bir kişi vasıtasıyla bunu gerçekleştirmesinin da­ha mâkul olduğu belirtilmiş, sonuçta in­sanların aldatılmasına ve dolayısıyla fit­neye sebep teşkil eden bu tür telakkilerin yanlışlığına hükmedilmiştir (M. Bakır es-Sadr, s. 12-15).
Ayrıca nesep âlimlerinin Hasan el-Askerî’nin bir çocuğu olmadığını söyledikleri ifade edilmiştir (Takıyyüddin İbn Teymiyye, IV, 87). Mehdî’nin Hz. Hüse­yin veya Hasan’ın soyundan çıkacağı id­diası da soyla övünmeyi ön plana çıkaran Câhiliyye düşüncelerini çağrıştırdığı için eleştirilmiştir.
İsnâaşeriyye Şîası’nca benimsenen mehdî inancı ile muhafazakâr âlimlerin baskısı altında Ehl-i sünnet çoğunluğu­na sirayet eden mehdî inancı arasında -mehdînin Muhammed b. Hasan olması, halen hayatta bulunması Ve Hz. Hüse­yin’in muhaliflerinden intikam alması dı­şında- fonksiyonları açısından özde bir farkın olmadığı görülür.
Bu durum meh­dî inancının Ehl-i sünnet’e Şîa’dan intikal ettiği ihtimalini güçlendirmektedir.
İsnâ-aşeriyye’nin, iddialarını temellendirmek için dayandığı âyetlerin muhtevasında mehdî inancını destekleyici bir beyan bulunmamaktadır. Muhammed el-Mehdî’nin 260 (874) yılından beri yaşadığını kanıtlamak için Hz. Nuh’un 950, Ashâb-ı Kehf’in 300 küsur yıl yaşadığını delil ola­rak iieri sürmek de isabetsizdir. Çünkü sözü edilen kişilerin asırlarca yaşadığı âyetle sabittir. Halbuki Muhammed el-Mehdî ile ilgili herhangi bir âyet yoktur. Şiîler’ce on iki asırdan beri yaşamakta ol­duğu iddia edilen Mehdî el-Muntazar’ın ortaya çıktığı zaman mücadele vereceği ordu ve silâhın, dünyada mevcut strate­jik organizasyona karşı nasıl başarı elde edeceği gibi sorulara tatminkâr cevap verilememiştir.
Mehdî adı ister geçsin is­ter geçmesin Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler, Muhammed b. Hanefiyye gibi lider kabul edilen kişilerin mehdî olarak ilân edilip buna inanılmasından ve III. (IX.) asırda bir inanç esası haline getirilmesinden sonra ortaya çıkmış olmalıdır.
Mehdî inancı, dinî deliller açısından sübut bulmamasının ötesinde İslâm tarihi­nin akışında birçok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse mehdî olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp müslümanların sosyal birliğini par­çalamış ve savaşlara yol açmıştır. Hareket noktası olarak ileri sürülen iddiaların aksine mehdî inancı insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun harekete geçilmesini engellemiş, kitleleri mehdîyi beklemeye itmiş, zulmü mehdî dışında birinin yok edemeyeceği düşün­cesini zihinlere yerleştirmiş ve müslümanları çözümsüzlüğe sürüklemiştir.
(DIA, İslam Ansiklopedisi, Mehdi maddesi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.